25 Ağustos 2010 Çarşamba

YÖK'süz Anayasa değişikliği tartışmaları...

12 Eylül referandumuna şunun şurasında ne kaldı? Tartışmalar bana 'milenyum' saçmalığını hatırlatıyor. 1999 yılıydı ve 2000 yılı ile birlikte hayatlarımıza sihirli değnek değecek, jetgiller gibi yaşayacaktık, Kadıköy'den Karaköy'e ışınlanacaktık. Olmadı. Hala Tünel'e jeton atıyoruz.



Neyse...

Anayasa tartışmaları üç blok etrafında yürüyor ve aslında her ne kadar üç blok olsa da tartışmalar meydanlarda maddeler üzerinden değil de 'yandaş' ve 'candaş' medya üzerinden havuzlu-kooperatifli-boylu-poslu şeklinde yürüyor. İki 'taraf' da az buçuk içerik tartışmaya kalksa bu yaz sıcağında vatanseverliğin doruklarından demokrasinin kırlarına doğru serin bir yolculuğa çıkarıyor bizleri... Yani Alice serinlikler diyarında... EVET de çıksa HAYIR da çıksa 13 Eylül sabahı Çarli'nin çikolata fabrikasında hissedar olacağız hepimiz.



Daha önce, 26 Ekim olayları için, koca koca akademisyenlerin işini gücünü bırakıp, komisyonlar kurup 96 Beytepeli'yi günlerce sorguya çekip, tam final arifesinde, finallere de girmeyecekleri şekilde 7'sine 6 ay, 2'sine 1 yıl ve 1 öğrenciye de okuldan atılma cezalarını yağdırdığı süreçte de Anayasa Değişikliği Paketini gündeme getirmiştik YÖK Disiplin Yönetmeliği ekseninde... Demiştik ki 'Peki bizim anayasamız (TCK'mız) olan öğrenci disiplin yönetmeliğimiz ne olacak?'. Görünen o ki bir süre daha YÖK'lü demokratikleşmeye devam edeceğiz. Bir iki kez anamuhalefet partisi lideri cılız bir şekilde YÖK'ü kaldıracağız, dedi ve bir iki kez de iktidara hani YÖK'ü kaldıracaktın, dedi ama bu itirazlar havuzlu villalar kadar para etmiyor, pardon, oya dönüşmüyor.



Keşke başta kendi ÖTK'mız olmak üzere, demokratik gençlik örgütleri, öğrenci dernekleri, mezun öğrenci dernekleri, öğretim üyesi dernekleri, eğitim sendikaları bu tartışmalara, 12 Eylül Faşizminin YÖK üzerinden üniversiteler üzerinde kurduğu ve hala devam eden vesayetini konu etselerdi.



Oylanacak Anayasa değişikliği paketinde yok yok. 'Hür demokratik parlementer sistem'de üniversiteler ise biraz daha oyalanacak. Kenan Paşa'nın göz bebeği YÖK ve onun ceza yönetmeliği olduğu yerde duruyor ve bu ülke, bu 12 Eylül'de biraz daha demokratikleşecek. Daha bilimsel ve daha özerk üniversite isteyenler ise biraz daha üniversitelerin tam göbeğinde fişlenecek, yargılanacak, uzaklaştırılacak gerekirse joplanacak, gazlanacak... Üstelik bunlar artık daha 'demokratik' ya da 'sivil diktatörlük tehlikesini atlatmış' bir ülkenin başkentindeki ve dört bir yanındaki üniversitelerin hepsinde yaşanacak.



Görünen o ki, önümüzdeki sene 'Nerde Kalmıştık?' diye bir başlık atıp kaldığımız yerden aynı şeyleri epeyi bir zaman söylemeye devam edeceğiz anlaşılan.

3 Haziran 2010 Perşembe

Beytepe Postası Gazetesi yıllık değerlendirme yazısı

Merhaba Sevgili Beytepeliler,

Finaller biterken, dolayısıyla birçoğumuz için okul kapanırken klişe sözlere çok da yer vermeden gazetemizin bir yıllık serüveni hakkında değerlendirmemizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Kısıtlı olanaklarımızla bu sene çıkarttığımız 6 sayı ile Beytepe'nin gündemini, yaşananları tartışmaya açtık. Tartışmaya açtık diyoruz çünkü genellikle gündeme taşıdığımız olaylar hakkında zaten takipçilerimizin birçoğunun haberi, bilgisi vs... vardı.

Beytepe Postası Gazetesi olarak ise bizim yapmak istediğimiz sadece haberi sunmak değil aynı zamanda olaya dair bir bakış açısı kazandırmayı, "hiç yoksa bir de burdan bakın olaya" durumunu yaratmayı başarmaktı. Sene başında polisin okula girip onlarca öğrenciyi göz altına alması haberimizde de, gerilimli ÖTK seçim sürecini yansıttığımız röportaj haberlerimizde de, şenliklerde yaşanan Serdar Ortaç protestosunu aktarırken de hep bu şekilde yaklaşmayı amaçladık niyetten bağımsız hatalarımızla birlikte.

Bu anlamda Beytepe Postası Gazetesi gönüllüleri olarak bir amacımız kampüsteki demokratik fikir telakkisi ve tartışma ortamını güçlendirmek ise diğer bir amacımız ise bağımsız; ancak öğrencinin tam çıkarlarını gözetmek hususunda taraflı bir medya ağını örmek...

Birinci amaca yönelik kısım kuşkusuzki çok sesliliği, çok sesliliği korumak ise ön koşullanmalara saplanmamayı gerektiriyor. "Öyle" düşünenlerle "Böyle" düşünenler neden öyle ve böyle düşündüklerini konuşmaları gerekiyor bizce ve Beytepe Postası Gazetesi bu amacın aracı olmayı hedeflemektedir. -Unutmadan ekleyelim: Tabiki "'ÖyleBöyle"' düşünenlerin gazetesi olmayacak Beytepe Postası.-

İkinci kısımdan kastettiğimiz ise; kimseye hesap vermemek ve hiçbir grubun, yapılanmanın, odaklanmanın çıkarına hareket etmemektir. Kendimizi sorumlu hissettiğimiz tek düşünce öğrencinin tam lehinde özgür üniversite... Yani söz söyleme, fikir üretme ve eyleme özgürlüğünün sağlandığı, tiyatro topluluğuna Mehmet Akif Salonu'nun verildiği, dağcılık klubüne ödenek sağlandığı vs... öğrenci topluluklarının etkinliklerinin kısıtlanmadığı, yurtların 300-500 lira olmadığı, bol oturaklı kantinlerin kapatılıp yerine büfelerin açılmadığı, saçma sapan sebeplerle öğrencilerin okuldan ceza almadığı bir üniversite...

İkinci kısıma yönelik yani hedeflediğimiz bağımsız öğrenci medyası konusundaki eksikliklerimiz ise teknik meselelerden kaynaklanıyor. Facebooktaki grubumuz bu eksikliğe yönelik. Bu anlamda yeni bir websitesini de en kısa zamanda yayına sokmak amaçlarımız arasında.

Diğer yandan da üniversitedeki fanzin ve yayın çevreleriyle iletişime geçmek, bu yayınların daha geniş çevrelere ulaşması için dayanışmak, tanıtmak da temel ilkelerimizden biri.

Eksikliklerimizden bir diğeri de gazetemizi söz verdiğimiz üzere düzenli aralıklarla yayımlayamamak. Bu problemi de seneye bize katılacak yeni Beytepe Postası gönüllüleriyle çözebileceğimizi umuyoruz.

Kampüs hayatına yön ve renk veren herkesle diyaloğa ve birlikte bir şeyler yapmaya hazırız. Eksikliklerimizin bilincindeyiz ve fikirlerimiz konusunda kafalarımız oldukça net. Sizlerinde desteğiyle Beytepe Postası'nı daha üst noktalara taşıyacağız. Şimdiden bu uzun ve göz yorucu yazı için sizlerden özür diliyoruz. Sıkıntısız ve mutlu bir yaz tatili geçirmeniz dileğiyle... Şimdilik hoşça kalın.

28 Mayıs 2010 Cuma

'Sözde' ben bir öğrenci olmaya geldim

Mayıs ayı adeta öğrenci kıyım ayı oldu. Bilimsel çalışmalarından çok ulusal basında öğrencilerine açtığı soruşturmalarla gündeme gelen Hacettepe Üniversitesi'nde ilk olarak 26 Ekim 2009 günü gazete standına saldıran polis ve özel güvenlik görevlilerine karşı koyan 90 kadar öğrenciye soruşturma açıldı, sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek'in geri aldırdığı EGO indirimini protesto ederek kampusteki otobüslere öğrenci arkadaşlarını bedavaya bindiren Öğrenci Kolektifleri üyesi öğrencileri hem polise gözaltına aldırıp hem soruşturma açıldı. Tabi bununla bitmedi soruşturma merakı: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü çalışması yapan öğrencilere "çalgı çalmaktan ve müzik dinlemekten", 16 Mart'ta Saddam Hüseyin'in gerçekleştirdiği "sözde(!)" Halepçe Katliamı'nda ölenleri anmaktan, 18 Mart'ta yapılan Newroz/Nevruz kutlamasına katılan öğrencilere "asfaltı yakmaktan" soruşturma açıldı.

UZAKLAŞTIRMA VE OKULDAN ATMA

200'ün üzerinde açıldığı tahmin edilen soruşturmaların yanında, okul yönetimi öğrencilerinin ailelerine de bir mektup göndererek "çocuklarını adam etmesini" istedi.

Son olarak 26 Ekim olaylarından dolayı 8 öğrenciye bir dönem, 1 öğrenciye iki dönem ve 1 öğrenciye yükseköğretim kurumlarından atılma cezası verildi. Cezalar için 6 ay beklenerek final öncesi son Cuma açıklandı ve birer dönem uzaklaştırma alan öğrenciler final haftasından itibaren okula alınmayarak fiilen cezaları iki döneme çıkartıldı.

Uzaklaştırma cezalarını final haftasından itibaren uygulamaya koyan üniversite yönetiminin bu tavrı idari mahkemeden dönüp dönmeyeceği açılacak karşı davalar sonucunda belli olacak.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Hacettepe ne olur bizi balkabağına çevirme

SERHAT ERTUĞRUL

Hacettepe Üniversitesi’ne bağlı er-kek ve kız yurtlarının cuma ve cu-martesi yurtlara giriş saatinin gece 2 ‘den 12’ye alınması yurt öğrencileri tarafından protesto edildi.

Kampüste "Külkedisi" adlı bir masal oyunu tekrardan gösterime girdi, ama bu sefer ne ortada balkabağına dönüşecek araba ne de camdan ayakkabı var bu sefer öğrenciler var. Yurt öğrencileri bu sokağa çıkma yasağı politikasını ;yurt yönetimine karşı gerçekleştirdikleri ‘’sivil itaat-sizlik’’eylemleri ile yurtlara geç gire-rek protesto ediyorlar. Ve bir yan-dan ‘’Özgür kampüs istiyoruz"; "Yurtlar uyuma haklarına sahip çık"; "Susma sustukça sıra sana gelecek", "Oradan bakma aşağıya gel!" ‘’Müşteri değil öğrenciyiz" sloganlarıyla haklarını arıyorlar.

Ama öğrenci hareketlerinin temeli birbirinden uzak değildir.Çünkü ‘’öğrenci’’ sistem tarafından sürekli şekil verilmeye uygun ‘’hamur ‘’gibi muamele görür ama öğrenciler daima gereken cevabı verir… 2 ay önce aynı eylemi evet aynı eylemi Tayvan’da Ulusal Koahsiung Normak Üniversitesi Öğrencileri (‘’Stu-dents of the National Kaohsiung Normal University (NKNU))’ tarafından gerçekleştirildi ve yine bunda50 yıl önce Amerika Birleşik Devletleri’nin bir çok konuda siyasetini de ğişterecek 68 kuşağı öğrenci hare-ketlerinin temeli Kaliforniya, Berke-ley Üniversitesi’nde yine aynı yurt sorunları üzerinden başlayan eylemlilikleri gerçekleştiren; haklarına sa-hip çıkan öğrenciler tarafından atıldı.

Eylem sırasında yurt öğrencisi arkadaşlarımızdan biri Beytepe Posta-sı’na şunları dile getirdiler: Dışarda ‘’yetişkin bir birey ‘’olarak muamele görüp kampüs içerisinde ise gözet-lemelere; turnikelere; kameralara ,hatta hangi konuyu tartışıp tartışa-mayacağımıza dair kısıtlamalar ge-tirilip apoliteze edilmemiz ,bunları ‘’aştığımızda’’ da; ’’velilerimize’’ şikayet edilip çoçuk muamelesi gör-memiz yetmezmiş gibi bu sefer de giriş saatlerine kısıtlamalar getiril-mesi bizleri çileden çıkardı.’’dedi.

Yurt yönetimi bu sefer diğer kız kar-deşleri Rektörlük ve SKS ile ‘’Mo-dern Külkedileri’’nin isteklerine kar-şı artık kulak tıkayamayacaklarını hep birlikte göreceğiz...

Bizim Anayasamız olan Öğrenci Disiplin Yönetmeliği ne olacak?

CİHAN ELİGÜZEL

Gündem anayasa değişikliği… iktidar ve muhalefet evetçiler ve hayırcılar olarak bölünmüş, içerikten uzak kaotik bir tartışma ortamı devam etmekte Muhalefet, bu değişiklik paketiyle “rejimin son kalesi” yargının düşürülmeye çalıştığını iddia etmekte, iktidar ise zaten siyasallaşmış yargının bu yolla bağımsız bir niteliğe sahipolacağınısöylemekte. Özünde demokratikleşme niyeti ve hedefi olmayan bu değişiklik paketi, aslında kısmi olarak sendikal hakları genişletmesi açısından önemli. Ancak tasarıda memurlara toplu sözleşme hakkı tanınsa da hala grev hakkı tanınmıyor. Yargıdaki ikililiğe (Askeri ve sivil yargı) son verilmiyor. Seçim barajı düşürülmüyor, dokunulmazlıklar kalkmıyor… YAŞ kararlarının itiraza açık hale getirilmesi, savaş hali dışında sivillerin sadece sivil mahkemelerde yargılana-bilecek olması iyi; ancak en temelinde 12 Eylül’ün ürünü olan mevcut anayasanın ruhunda temel bir değişiklik olmayacak.

Gelgelelim bizim anayasamız sayılabileceği gibi aslında doğrudan TCK’mız (Türk Ceza Kanunu) olan Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’ne… Anayasa ile aynı dönemin ürünü. 12 Eylül cuntacıları zaten toplumda çeşitli katmanlardan örgütlülüğü ve bilinçliliği temsil eden dört ana alanda iğdiş etme operasyonu gerçekleştirmişti. Bu alanlardan bir tanesi de üniversitelerdi. Üniversitelerde bir taraftan 1402 Sayılı Karar ile akademisyen kıyımı yapılırken diğer taraftan da “haylaz” öğrencileri hizaya sokmak için de TSK Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinden devşirilerek YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği yürürlüğe sokulmaktaydı. Değişen zaman, şartlar ve ülke gündemiyle birlikte bu yönetmeliğin de artık değiştirilmesi gerektiği, eğer illaki olacaksa öğren-cilerin daha özgürlükçü bir yönetmeliğe tabi tutulması gerektiğini eğer illaki olacaksa öğrencilerin daha özgürlükçü bir yönetmeliğe tabi tutulması gerektiğini, en azından bu gerçekliği tartışmaya açmak gerektiğini düşünüyorum. YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği de bir nevi bizim ana yasamız sayılır ve özü de tıpkı 82 Anayasası’nın özü gibi yasakçı ve korumacıdır. Bu özün yansıması, metin incelendiği zaman çok rahat görülebiliyor.

Disiplin cezaları dört başlıkta toplanmış: Uyarı, Kınama, bir haftadan bir aya ve yıla olmak üzere uzaklaştırma ve yükseköğretim kurumlarından atılma… Bu başlıkların bentleri birbirlerinin benzeri olmakla birlikte bir sonraki bir öncekini kapsayacak şekilde düzenlenmiş. Yani disiplin soruşturmacılarının en üst düzeyden cezalar vermesi teşvik edilmiş.

Kınama, uzaklaştırma ve atılma maddelerinde ceza verilmesi öngörülen disiplin suçları arasında en yaygın ve bas-kın “suç” olarak siyasi faaliyetler tanımlanmış. Siyasi faaliyetlerde bulunmak, yükseköğretim kurumu duvarlarına siyasi içerikli afişler, duyurular asmak, resimler çizmek, si-yasi dernek faaliyetleri yürütmek, izinsiz toplantılar almak, yükseköğretim kurumları yöneticilerinin kararlarına karşı faaliyetlerde bulunmak gibi davranışlar doğrudan suç un-suru olarak görülmüş.

İlginç değildir ki, Türkiye’de devlet otoritesini yeniden sağlamak iddiasıyla yönetime el koyduklarını söyleyen cuntacıların bu mantığı Öğrenci Disiplin Yönetmeliğine de aynen yansımıştır. Siyasi suçlardan sonra kendine en çok yer bulan ceza gerektiren suç tanımlaması olarak “törenleri engelleyici tutum ve davranışlar” yer almış. Unutmadan ekleyelim, kopya çekmek de okuldan atılma sebebi…
Uyarı cezaları dışında kalan kınama, uzaklaştırma ve atılma cezalarına ise üniversite içinde itiraz etme yolları kapatılmış ve sadece idari mahkeme yolu açık bırakılmış.

Yani neresinden tutsanız elinizde kalacak bir yönetmelik… Hala yürürlükte. 26 Ekim 2009 günü okulumuzda yaşanan polis müdahalesinin, kafalarımızda patlayan gaz bombalarının, 69 Beytepeli’nin gözaltına alınmasının sebebi de işte bu metin. Çünkü bu metne göre, Kızılay’da ki kitapevlerinde devlet izinli satılan yayınların, yükseköğretim kurumlarında dağıtılması, okutulması yasak.

Bu yönetmelik üniversiteliye benim izin verdiğim ölçülerde düşün, diyor. Aslında düşünme, siyaset yapma, hak talep etme, ülke gündemine dair söz söyleme diyor.
Bugün de kampus hayatımıza baktığımızda birkaç demokratik gençlik örgütünün faaliyetleri dışında, öğrencilerin söz söyleyebileceği, düşünsel kültürel alanda kendini geliştirebileceği, hak talep edebileceği kanallar olması gereken başta ÖTK ve öğrenci klüplerinin yetersizliği, işlevsizliği yeterince göz önünde değil midir? Sözde özerk olan ama gerçekten bundan yoksun olan üniversitelerimizin daha demokratik ve daha özerk bir yapıya sahip olması için başta yükseköğretim kanunu ve YÖK’ün yapısı olmak üzere, tüm yükseköğretim sisteminin ve bu arada özellikle de Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinin radikal bir değişime tabi tutulması zorunludur.

Şunu yapma, böyle davranma diyen bir yönetmelik yerine öğrencinin söz söyleme hakkını en geniş ölçütlerde tanımlayan, üniversite içi demokratik kamuoyunu sağlayacak örgütlenme özgürlüğünü tanıyan (öğrenci topluluklarını alanlarında faaliyet yürütmeye teşvik eden, maddi olanaklar sağlayan, yeni kulüplerin kuruluşundaki bürokratik engelleri kaldıran, ÖTK yönetim kurulu üyesi olmak için herhangi bir disiplin suçu işlememe ön koşulunu kaldıran ve ÖTK’ya üniversite yönetiminde söz hakkı veren, yasal demokratik örgütlenmelerin faaliyetlerine engel olmayan) tarzda yeniden düzenlenmelidir. Ancak böyle bir durumda gerçekten özerk ve demokratik bir üniversite varlığından söz edilebilir.

Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’ne göz atmak isteyenler aşağıdaki linkten ulaşabilirler: http://dsmyo.ankara.edu.tr/yokdy.pdf

‘Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı’

Bahar şenliklerinin son gününe Ahmet Kaya protestosu damgasını vurdu. Serdar Ortaç sahneye atılan çatallar nedeniyle konserini tamamlayamadı. Aynı akıbete Adıyaman Üniversitesi’nde Ayna Grubu da uğradı.

Ortaç’a çatallı protesto

Şenliklerin son günü sahne alan Ortaç, Ahmet Kaya’nın hayaletinden bir türlü kurtulamıyor. Saat 22.00 civarında önce dansçıları sonra kendisi sahne alan ve Şeytan adlı şarkısını söyledikten hemen sonra “Ahmet Kaya ölümsüzdür”, “Bahtiyar” ve “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganları eşliğinde 200 kadar Beytepeli’nin çatallı ve yumurtalı protestosuna uğradı ve sahneyi terk etmek zorunda kaldı. Sahneden yapılan anonslara rağmen 20 bin kişi şenlik alanını terk etti. 11 Yıl önce Ahmet Kaya’ya çatal atmıştı 1999 yılında Magazin Gazetecileri Derneğinin ödül gecesinde sahne alan Ahmet Kaya, “Merhaba dostlar ben bu ödülü halkıma armağan ediyorum. Bir de açıklamam var. Unutmamak lazım ki annem; Türklerle Kürtler ayrılmaz bir bütündür, derdi. Kürtçe bir müzik söyleyeceğim ve bunu klip yapacağım. Onu yayınlayacak yürekli bir kanal, delikanlı bir kanal elbette ki vardır” diye konuşmuş ardından aralarında Serdar Ortaç ve Ercan Saatçi gibi ünlü(!) simaların çatallı bıçaklı saldırısına maruz kalmıştı.


Bu sene de şenliklerde değişen bir şey yok


Sigara satışının yasak olduğu okulda üniversite memurları bile sigara, bira sattı. Beytepe işporta mekanı oldu. 3 gol atan 15 lira kazandı. Öğrenci topluluklarının silikleştirilip stand açamadığı okulumuz şenliğinde alakasız bir şekilde hayvanseverler stand açtı. Kavga gürültü eksik olmadı.
Sözler tutulmadı Olaylı ÖTK seçim sürecinden sonra seçilen yeni yönetimin ilk vaadini tutmadı. Geçen sayımızda gerçekleştirdiğimiz ÖTK röportajında Başkan Burak Bahadır şenliklere bu sene dışarıdan kim-senin alınmayacağını söylemişti. Ancak bu yıl ki bahar şenlikleri de geçen yıllardan bir fark ortaya koyamadı. Bahadır’ın yine aynı röportajda vaat ettiği şenlik gelirleriyle durumu kötü olan öğrenciler için burs fonu için ÖTK yönetiminin sözünü tutup tutma-yacağı merak konusuyken şenlikler yine eleştirilerin odağına otur-muş durumda. Konuyla ilgili olarak bize görüşlerini bildiren Hacettepeliler ise şenliklerimizi diğer üniversite şenlik-leriyle kıyaslayarak yetersiz olduğunu belirtikten ÖTK’ya ağır eleştirilerde bulundular.

‘ODTÜ işi biliyor’

Facebook üzerinden “Şenlikleri nasıl buldunuz? Şenliğimiz ODTÜ, A.Ü. gibi diğer üniversite şenlikleriyle kıyaslandığında neleri fazla neleri eksik? Sizce ÖTK yönetiminin değişmesi, şenliklerin kalitesini arttırdı mı?” sorularımıza yanıt verenlerden Deniz Kesmez: “ODTÜ bu işi biliyor. Bizim okulda şenliklerin tamamen göstermelik olduğunu fark ettim ODTÜ’ye gidince. Orada ÖTK'dan olmayan öğrenciler de şenliğe her açıdan katılım gösterebiliyorlar kendi emekleriyle, fikirleriyle, ürettikleriyle.üstelik bi alana da tıkılmıyorlar bizdeki gibi” Baran Özkaya: “Bence okuldaki şenlik daha çok amfi etrafına kurulmuş bir pazar yeri ve insanlarda alışverişe gelmiş gibi bi havası vardı daha çok. Okul genelinde şenliğin olduğu sadece akşamları fark ediliyor sabah normal okula gelinmiş gibi çok durgun geçti. ODTÜ ise her zamanki gibi Hacettepe'den çok daha güzel gerçekten insanlara o zevki tattıracak düzeyde bir şenlik organize etmişti. ÖTK'nın değişmesi hiçbir farklılık getirmedi bence hala aynı rezalet kavgalar, dışarıdan alakasız kişilerin alınması…” Tuğçe Çapar: “Bence bahar şen-likleri gece çıkan bir ünlünün kon-serinden ibaret olmamalıdır. Şenlik anlayışımızı değiştirerek başlama-lıyız. ODTÜ’de durum böyle değil. Mesela tüm gün şenlik tüm gün eğlence tüm gün öğrenci kendisini tam bir şenlik ortamında hissediyor. Bizse gündüzleri iki üç çarpışan arabayı getirerek şenliği tüm güne yaydığımızı düşünmekle kalıyoruz. Bu gündüz eğlenceleri sırasında ÖTK’nın ayrı bir çaba harcamasına da gerek yok 107 klu-bü olan bi okul buna yeter zaten her topluluk bir stand açıp kendince etkinlikler düzenlese öğrencide gündüz bir gondola bilmem kaç para bayılmaz. Kampüsümde şen-lik geceleri benim neden güvenliğim yok.”

ÖTK’DAN ORTAÇ YORUMU: ESKİ ÖTK YÖNETİMİNİN İŞİ

ÖTK yönetimi Facebook üzerinden yayımladığı bir açıklama ile Serdar Ortaç’a yönelik gerçekleştirilen Ahmet Kaya protestosunu eski ÖTK yönetiminin ve özel güvenlik şirketi ATK içindeki bazı kişiler tarafından organize edildiğini iddia etti. Bu açıklama ile eski ve yeni yönetimler arasında süregelen tartışma daha da alevlenecek gibi. Açıklamada “Eylem; Eski ÖTK yönetimlerinin organize ettiği Hacettepeli bir grup öğrenci tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu eylemin yapılma sebebi ise geçmiş yıllarda buradan sağlamış oldukları büyük rantın artık burs fo-nuna aktarılacak olmasıdır. Bu eylem çerçe-vesinde ne yazık ki üniversitemizin özel gü-venlik şirketi olan ATK'nın içinden bir takım şahıslardan da destek almışlardır” ifadelerine yer verilirken eylemi gerçekleştiren öğrenci-ler bir bildiri yayımlayarak ÖTK yönetimini yalanladı ve eylemi sahiplendi. Şenlik sonra-sı facebook üzerinden açılan “Hacettepe Ah-met Kaya’ya yapılanları unutmadı”, “Hacet-tepe ÖTK istifa etsin diyenler”, “Hacettepe 2010 şenliklerini eleştirelim” gibi gruplar üzerinden tartışmalar sürerken, ÖTK Başkanı Burak Bahadır kendi web sitesinden olaylar-la ilgili yeni bir açıklama yayımladı. Bahadır’ın açıklamalarına karşılık 2006-07 döne-mi ÖTK Başkanlığı’nı yapmış olan Emrah Işık ve Hüseyin Pilavcı da birer yazıyla karşılık verdi..

7 Mayıs 2010 Cuma

Yurtta kalan öğrencilerden 'saat' protestosu

Hacettepe Yurtlarında kalan öğrenciler, yurt girişlerinin 02:00'den, 12:00 çekilmesini protesto etti. Giriş saatlerinin 2 saat öne çekilmesini protesto etmek için 100 kadar öğrenci gece yarısı 02:00'ye kadar yurda giriş yapmadı. Eylemci öğrencilerden bir kısmı ise yurda girişlerde kimlik kartlarını basmadan yurda giriş yaptı.

ÖĞRENCİLERDEN YURT YÖNETİMİNE BESTE

Sıhhıye'deki yurtlarda ve özel öğrenci evlerinde kalan öğrenciler için böyle bir uygulamanın söz konusu olmadığını düşünen eylemci öğrenciler, yurt yönetiminin kendi sosyalleşmelerinin önüne bir engel daha koyduğunu belirterek, tepkilerini kendi aralarında yaptıkları bir beste ile dile getirdi:

"Yurt turnikesinden atlayamadım/Giriş 12 oldu katlanamadım/Bu müdürün işini anlayamadım/Toplanın arkadaşlar birlik olalım"

Öğrenciler tepkilerini geceyarısı 02:00'ye kadar top oynayarak, bir biriyleriyle sosyalleşerek ve sloganlarla dile getirdiler. Kendiliğinden gelişen bu eyleme ise Özel Güvenlik Birimleri'nin (ÖGB) her hangi bir müdahalede bulunmadığı öğrenildi.

22 Nisan 2010 Perşembe

ÖTK nereye gidiyor?



Türkiye’ de Öğrenci Temsilciler Konseyi ülkenin dört bir yanından üniversiteye gelmiş olan öğrencilerin, fikir özgürlüğüne ve toplumsal dayanışmaya örnek düzeyde genç bir toplum kesimini oluşturması için bir araçtır. ÖTK, Hacettepe Üniversitesi’nde olduğu kadar birçok üniversitede öğrenci ile yönetim arasındaki bağı sağlamak için çalışan fakat bu görevini yerine getirirken yıl-lardır yaptıkları ve yap(a)madıkları ile daima bir tartışma konusu olmuştur. Fakat bu sefer tartışmanın konusu seçimlerin tekrar yapılması ve usulsüzlük iddası. Hüseyin Pilavcı ve Hatice Yıldırım, eski ÖTK yönetimi adına karşı iddaları yanıtlarken hiç bir sorudan kaçınmadan cevaplandırdılar Beytepe Postası’nın sorularını. İşte o röportaj…

Beytepe Postası: Geçen sene ÖTK’nın düzenlediği şenliklerde para kaçırılması iddialarına ne yanıt veriyorsunuz? Hüseyin Pilavcı: Böyle bir şey olması söz konusu değil. Bizim dönemizdeki verilen para, yani üniversiteden, sadece ses sistemine harcanıyor. Her şeyi sponsorlarla görüşüp menejerler aradan çıkartılarak, bulduğu sponsorla para anlaşması yapması mümkün değil. Sponsor parayı üniversitenin hesabına yatırıyor. ÖTK’nın para alması mümkün değil. Şenliğin gerçekleşmesi için elimizden geleni yaptık.Dünyanın emeğini verdik.
B.P.:Peki geçen sene Facebook ve benzeri sosyal paylaşım sitelerinde yer alan taciz ve uyuşturucu satılma iddialarına ne yanıt vereceksiniz? H.P.: Bundan bizimde haberimiz oldu.ÖTK olarak böyle bir şeye göz yumulmasına bırakın bunu yapabilecek kişilere, il önce, suç duyurusu açarız. Bilişim suçlarından dava açmayı düşündük bu iddiayı gündeme getirenlere karşı ama seçim olayları yüzünde ilgilenemedik. Taciz olaylarının varsa en baştaki sorumlusu ÖTK’dan çok alanın güvenliğini kim sağlıyorsa ondadır. ÖTK’nın her tarafta gözü olmasını bekleye-meyiz. Ama 4 günlük güvenlik raporlarında hiç bir şekilde taciz ve uyuşturucuya dair böyle bir olaya rastlanmamıştır.

B.P.: Üniversite şenliklerine dışarıdan insan alınması hakkında ne düşünüyorsunuz? Neden böyle bir uygulama var? H.P.: Şenlikler yapılırken zaten az miktarda bir para ile yapıyoruz. Şenliğin çeşitli gelir getirici kalemleri vardır. Yiyecek, içeçek gibi; ama bunlar yetmeyince dışarıdan gelenlere bilet kesilmesiyle kapatmaya çalıştık. Hacettepe’de mecbur kalıyoruz bütçe sıkıntısı yüzünden. Bu uygulamanın yanlış olmasını kabul etmemizle beraber bu sene eğer devam etseydik sadece üniversite öğrencisi alacaktık. Yeni yönetim öğrencinin şenliğini firmaya vermiştir. Bu arada büyük rantların dönmesi olasılığını güçlendiren çok tehlikeli bir durumdur. Kaldı ki, arkadaşlar bu yıl dışarıdan kimse alınmayacak diyor ancak firmanın elemanlarının kapı kont-rolünde bulunup Hacettepe Öğrencisi dışındakilerden ücret alma işlemini ne kadar sağlıklı yapacaklar, burası tartışılır.
B.P.: Seçimlere gelelim genel olarak anlatır mısınız? Neler oldu 23 Kasım 2009 seçimlerinde? Hatice Yıldırım: 2005 tarihli YÖK Öğrenci Konseyleri ve YÖK Ulusal Öğrenci Konseyi Yönetmeliği'nin "bir temsilci üst üste en faz-la 2 dönem temsilcilik yapabilir" ibaresinden yola çıkılarak, Sağlık Bilimleri Fakültesi temsilcisi ve ÖTK Başkanı İlker Pazarbaşı ve Edebiyat Fakültesi temsilcisi Hüseyin Pilavcı'nın temsilciliğinin düşürülmesinden sonra ve aynı yönetmeliğe göre, seçim kuralına aykırı olarak yapılan Tıp Fakültesi seçimleri iptal edilerek Tıp Fakültesi temsilcisi Burak Bahadır'ın temsilciliğinin düşürüldü.YÖK Öğrenci Konseyleri ve YÖK Ulusal Öğrenci Konseyi Yönetmeliği'nde yer almamasına rağmen, Hacettepe Üniversitesi Öğrenci Konseyi 1999 Yönergesi baz alınarak yapılan; sınıf temsilcileri seçilmemesi sebebiyle Spor Bilimler ve Teknolojileri Yüksekokulu seçimleri iptal edilerek temsilci İbrahim Özgür Türkalp'in temsilciliğinin düşürülmesi ve tüm bu sebepler ile genel seçim iptal edildi.

B.P.: İkinci seçim tarihinde neler oldu, 8 Mart seçimlerinde? H.P.: Bu sürede, ÖTK’ ya vekaleten Başkanlık yapması için İBBF temsilcisi ve Öğrenci Temsilciler Konseyi Genel Sekreteri Hatice Yıldırım atandı. 8 Mart 2010 tarihinde ÖTK Genel Kurul toplantısında, Yönetim Kurulu seçimlerini yapmak üze-re toplandı. Ancak; seçim öncesinde Edebiyat Fakültesi yeni temsilcisi Didar İSMAİLOĞLU için seçimden hemen önce yapılan itiraz, Seçim Komisyonu toplanmadan ve yazılı bir karar belgesi olmadan, sadece Özgür Türkalp'in itiraz dilek-çesine göre davranılmış ve temsilcinin temsilcilik niteliği 2005 tarihli sayılı Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Konseyleri ve Yüksek Öğretim Kurumları Ulusal Öğrenci Kon-*seyi Yönetmeliğinde yer alan niteliklere aykırı olmamasına rağmen temsilciliği düşürüldü. Gerekçe olarak, temsilcinin alttan 2'den fazla dersi olması olarak gösterildi. Ancak, 2005 YÖK Yönetmeliğinde böyle bir madde yok. Bu madde, üniversitenin 1999 ÖTK Yönergesinde yer alır. Yönergeler, Yönetmeliklerin altında olup, onların eksikliklerini tamamlamak amacıyla kullanılırlar. 1999'da yapılmış bir yönerge, 2005’teki Yönetmeliğin eksikliklerini tamamlayamaz. 2005ten sonra yapılan bir yönerge olsa idi, o bahsi geçen yönetmeliğin eksiklerini kapatabilirdi. Bilgisizlik veya dikkatsizlik sonucu ya-pılan bu yanlış, hukuk müşavirlerince de dile getirildi.
B.P.: Peki ikinci seçime itirazınız neden? H.Y.: Temsilciği düşürülen Edebiyat Fakültesi Temsilcisinin yerine yeni bir temsilci seçilmeden yapılamayacak olan seçimler yapılmaya çalışılmıştır. Ayrıca, bugüne dek her Hacettepe Üniversitesi öğrencisi ÖTK'nin doğal üyesidir felsefesiyle Genel Kurul toplantılarına katılabilen öğrenciler ve bölüm-sınıf temsilcileri salondan çıkarılmıştır. Ve yine, YÖK Öğrenci Konseyleri ve YÖK Ulusal Öğrenci Konseyi Yönetmeliği gereğince Öğrenci Konseyi Denetleme Kurulu, Öğrenci Konseyi Genel Kurulu ta-rafından, görev süresi bitmekte olan ve öğrenciliği en az bir yıl daha devam edecek olan Öğrenci Konseyi Yönetim Kurulu üye-leri arasından seçilir. Ancak 08.03.2010 tarihli seçimde bahsi geçen kriterlere uygun kişilerin de içinde bulunduğu bir grup temsilci salon dışına çıkarılmıştır ve Denetleme Kurulunda görev alma hakları ellerinden alınmıştır ve yine, Yüksek Öğretim Kurumları Öğrenci Konseyleri ve Yüksek Öğretim Kurumları Ulusal Öğrenci Konseyi Yönetmeliği 2. kısım, 8. bölüm, 21. madde gereğince Öğrenci Konseyi Denetleme Kurulu, Öğrenci Konseyi Genel Kurulu tarafından, görev süresi bitmekte olan ve öğrenciliği en az bir yıl daha devam edecek olan Öğrenci Konseyi Yönetim Kurulu üyeleri arasından seçilir. Ancak 08.03.2010 tarihli seçimde bahsi geçen kriterlere uygun kişilerin de içinde bulunduğu bir grup temsilci salon dışına çıkarıldı ve Denetleme Kurulunda görev alma hakları ellerinden alındı.

B.P.: Dekanların bu seçimde söz sahibi olduğu iddaları hakkında ne diyorsunuz? H.Y.: Seçimde gözlemci olması gereken ve seçimi yönetme görevi bulunmayan Tıp Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr.Deniz Demiryürek seçimi yönetmiştir.Ayrıca
Tıp Fakültesi Dekanı Serhat Ünal daha önce diğer fakültelerin dekanlarını arayarak temsilcisine oy verilmesini istedi.
B.P.: Salon terk etme olayı nedir?Duyduğumuza göre salon terk edilip seçimler protesto etmişsiniz? H.P.: Usule aykırı yapılmakta olan seçimin bir parçası olmak istemeyen ve durumu protesto eden bir grup temsilci salonu terk etti. İçeride yapılan seçimde, YÖK Öğrenci Konseyleri ve YÖK Ulusal Öğrenci Konseyi Yönetmeliğine göre seçilmesi gereken Öğrenci Konseyi Divan Kurulu seçilmedi. Oy hakkı bulunan 26 temsilciden, 15 temsilcinin katıldığı tek adaylı seçimde; 14 oy alan (1 oy boş atıldı), Tıp Fakültesi temsilcisi Burak Bahadır Başkanlık görevine seçildi.

B.P.: Süreç nasıl devam ediyor? H.P.: Seçimin usul ve kurallara uygun yapılmadığı gerekçesi ile, YÖK Hukuk Müşavirleri ile görüşen temsilciler, haklı oldukları savıyla hareket ederek, Üniversite Rektörlüğü ve YÖK'e itiraz dilekçeleri verildi.

ÖTK seçimlerinde ne oldu?



Binlerce Hacettepelinin temsilcilerinin belirleneceği ÖTK seçimlerinden birçoğumuz haberdar olamadı ancak seçim sonrası eski ve yeni yönetim arasında karşılıklı olarak öne sürülen skandal iddialar Beytepe’de döndü dolaştı. Beytepe Postası Gazetesi olarak bu iddialara açıklık getirmek için eski ve yeni yönetimle ‘seçimlerde ne oldu?’yu konuştuk.

Beytepe Postası: ÖTK Seçimlerinde neler oldu?
ÖTK Başkanı Burak Bahadır: Öncelikle bu konu üzerine bu şekilde eğildiğiniz için ve bu konuya göstermiş olduğunuz hassasiyet için Beytepe Postası Gazete’sine ve sizlere çok teşekkür ediyorum. Gelelim soruya. ÖTK Seçimlerinde ne oldu? İlk seçimden önce yaşananları konuşarak başlayalım. İki şey dışında normal bir seçim süreci geçiriyorduk(23 Kasım’dan önce). O dönemki Edebiyat Fakültesi Temsilcisi ve Sağlık Bilimleri Fakültesi temsilcilerinin temsilcilikleri dışında. Bu arkadaşlardan birisinin 4. Dönemi(Edebiyat) diğerinin 3. Dönemi(Sağlık Bilimleri)’ydi temsilciliklerinde ve maalesef YÖK Öğrenci Konseyi Yönetmeliğinin, en son(2005) güncellenmiş halinin İkinci Kısım Üçüncü Bölüm Mad-de 9 d bendi uyarınca “Bir temsilci en fazla üst üste iki dönem görev yapabilir” diyordu. Biz, seçimlere yaklaşık 1 ay kala arkadaşlarımızı uyardık, üniversite yönetimine dilekçeler verdik. Bu arkadaşlara da defalarca durumu hatırlattık. Ancak arkadaşlarımız, yıllardır oturdukları bu koltukları daha genç arkadaşlara bırakmak yerine ısrarla seçimlere girdiler. Dilekçelerimize de seçim tarihine kadar bir yanıt alamadık. Ve sonunda 23 Kasım günü geldi, seçimler başladı. Seçim salonunda durumu bir kez daha hatırlattık fakat bu arkadaşlarımız bu kez de “Daha önce istifa ettiklerini” öne sürdüler. Bu arada seçim salonunda; tanımadığımız, hatta öğrenci olup olmadığından bile tam olarak emin olamadığımız bazı insanlar salonu garip bir şekilde etki altına alıyorlardı. Seçim yapıldı ve benim ekibim 15-11 seçimi kaybetti. İlk seçim tecrübesizliğimizdi ve bu salondaki ekstra insanların kim olduklarını sormak veya dışarıya alınmalarını talep etmek aklımıza bile gelmemişti. Ama bundan da önemlisi o anda temsilcilik nitelikleri taşımayan iki tane arkadaşımızın temsilci olarak seçime girmiş olması ve hatta bunların bir tanesinin başkan seçilmiş olmasıydı. Seçim bitti ve ikinci süreç yani temsilciliklerin düşmesi süreci başladı. Biz, YÖK’e de dilekçe yazmaya karar verdik ve yazdık. Bir süre sonra üniversitemizden, dilekçelerimizin yürürlüğe konulduğu ve araştırmaların başlatıldığı haberi aldık. Geniş bir spekturumda, yaklaşık 2 ay araştırmalar devam etti ve sonuç olarak bu 2 arkadaşın daha önce istifa etmediği, şu anda temsilcilik yapma haklarının bulunmadığı gerekçesiyle temsilcilikleri düşürüldü. Bu gibi usulsüzlüklerden ötürü bir daha aday olamayacakları açıklandı. Ancak, temsilcilikleri düşürülen arkadaşlar sadece onlar değildi. İlginç bir şekilde Tıp Fakültesi Temsilcisi olarak benim temsilciliğim ve Spor Bilimleri Temsilcisi olarak benim bir arkadaşımın da temsilciliği düşmüştü. Bizim temsilciliğimizin düşürülmesinde 1999 yönetmeliği baz alınmıştı. Gerekçe ise, Türkçe ve İngilizce bölüm temsilcilerinin ayrı ayrı, arkadaşımın program temsilcilerinin ayrı ayrı seçime girmemiş olmasıydı. Fakat bizim tekrar aday olma haklarımız vardı çünkü sadece seçim konseptinde hata görülmüştü. Yani bizde değil, seçim şeklinde hata vardı. Netice itibariyle bu 4 fakültenin seçimleri yenilendi. Fakat, edebiyat fakültesinin yeni seçilen temsilcisinin yine temsilcilik niteliklerine uygun bir temsilci olmadığı ve ortalamasının 2.00’ın altında olduğu ortaya çıktı. Bu arkadaşımızın temsilciliği de düşürüldü. İkinci seçime geldiğimizde (8 Mart) salonda toplam 25 adet seçmen, divan kurulu üyeleri, üniversite yönetiminden hocalarımız ve yine kim olduğunu tam olarak bilemediğimiz, öğrenci olduklarını iddia eden bazı insanlar vardı. Ama biz bu kez tecrübeliydik çünkü bir önceki seçimde salonu etki altında bıraktıklarını çok iyi biliyorduk. Temsilci olmayan insanların dışarı alınmasına yönelik dilekçe verdik ve uygun görüldü. İşte ne olduysa o zaman oldu ve salonu etki altına alan, kim olduğu belli olmayan bu insanların dışarı çıkarılmasına; diğer aday ve ekibi bü-yük ve garip tepkiler göstermeye başladı. Bu insanların dışarı çıkarılması neden bu kadar problem olmuştu bunu kamuoyu vicdanına ve yorumuna bırakıyorum. Bunun ardından, muhtemelen, seçmenleri etki altında bırakamayacaklarını ve seçimi kaybedeceklerini anlayan diğer aday ve ekibi salonu terk ettiler. Divan Kurulu Başkanımızın ve Seçimi Yöneten Akademisyen Hocamızın tüm ısrarlarına rağmen seçim salonuna geri girmediler. Dışarı çıkan seçmen sayısı 10, içeride kalan seçmen sayısı 15 idi. Salt çoğunluk sağlandığı için seçime geçildi. Ben aday olarak çıktım ve 14 oy alarak başkan seçildim. 1 oy ise boş çıktı.
BP : Bir diğer iddia ise Tıp Fakültesi Dekanı’nın diğer fakülte dekanlarıyla sizin için görüştüğü iddiası… B.B.:Üzülerek söylüyorum ki bu çok zavallı ve aciz bir iddiadır. Bu iftiranın ne şekilde, nereden atıldığını tam olarak bilmemekle birlikte; tıp fakültesi dekanı gibi Harvard Üniversitesi’nde kürsü sahibi, ülkemizin; sağlık alanında dünya devletleri arasında ilk sıralara oturmasında büyük emekler sarf etmiş, dünyanın önde gelen bilim adamlarından birisinin böyle şeylerle uğraşması söz konusu olamaz ve vakti de olmaz. Zaten kimsenin böyle bir şeye inandığını zannetmiyorum. Dekanımızı tanıyanların veya araştıranların beni daha iyi anlayacaklarını düşünüyorum.
B.P.: Okuldaki demokratik gençlik örgütleri ve öğrenci topluluklarıyla ilişkileriniz ne boyutta olacak? Stand açma yasağının kaldırılması, kulüp kurmanın önündeki bürokratik engellerin azaltılması ve toplulukların daha işlevsel hale gelmesi için çalışmalarınız olacak mı? B.B.: Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu arkadaşlarımız bu üniversitenin öğrencileriyse ve bizler de onların temsilcileriysek, onların bizlere sıkıntılarını iletmeleri en doğal hakları ve bizim bunlara çözüm aramamız en bü-yük görevimiz. İlişkilerimiz süreğen bir temas içinde ve samimi olmalı diye düşünüyorum ve bunun için de elimizden geleni yapacağız. Stand yasağının kaldırılması ve bürokratik engellerle ilgili çalışmalarımıza göreve gelir gelmez başlamıştık zaten ve devam da ediyoruz.
B.P.: Şenlikleri dışarıya kapatacak mısınız? bu seneki şenlikler geçen senelerdeki şenliklerden ne farkı olacak? B.B.: Kesinlikle evet. Üniversite öğrencisi dışında ODTÜ, Ankara, Bilkent öğrencileri girebilecek. Kriterimiz öğrenci olup olmaması, hiç kimse kampüse giremeyecek. Yani her 10 TL vereni içeri almamız söz konusu olamaz. Hırsızı var, kapkaççısı var, sapığı var vs. Bizim için gelen sanatçıların isminden çok öğrenci arkadaşlarımızın sağlığı önemlidir. Daha da önemlisi, buradan elde edilen gelirler “BURS FONU”na aktarılacak(Daha önceki şenliklerde hiç böyle bir şey yapılmamıştı). Maddi durumu iyi olmayan birçok arkadaşımıza destek olunacak bu gelirlerle…
B.P.: Eski ÖTK yönetimin hakkında kampüste dolaşan şenlik yolsuzlukları iddiaları hakkında ne düşünüyorsunuz? B.B.: Bu konuda çok fazla konuşmak istemiyorum. Umuyorum ki geçmiş yıllarda buralarda bulunan arkadaşlarımız da buraya emek vermişlerdir, iyi niyetlidirler.
B.P.: Yeni projeleriniz nelerdir? Örneğin Yemekhane zammı gündemde. Zammı durdurmak için birşeyler yapacak mısınız? Dahası kapatılan fakülte kantinlerinin yeniden açılması ve yurt kantininden tekrardan bütün Hacettepe öğrencilerinin faydalanması için bir planınız var mı? B.B.: Kısaca, başlık halinde birkaçından bahsedeyim İdaride-öğrenci belgesi ve transkript alımının ücretsiz olması, sağlıkta-arkadaşlarımızın mediko yerine Hacettepe Hastanelerinde de dilediği zaman muayene olabilmeleri, sosyal alanda-üniversitemize spor kompleksi ve yüzme havuzu yapılması, ulaşımda-servis fiyatlarının biraz daha aşağı çekilmesi ve kam-püs içlerinde, beytepe kampüsü-köprü arasında ücret-siz ring sağlanması, eğlencede-şenliklerle ilgili yukarıda saydıklarım ve buradan elde edilen gelirle maddi durumu iyi olmayan arkadaşlarımıza burs imkanı sağlanması vs… Yemekhane zammı şu an için biz ertelettik. Ve elimizden geldiğince erteleteceğiz. Sadece şöyle bir şanssızlığımız var, yemeklere yaklaşık 3 senedir zam yapılmıyordu ve vakit gele gele bizim yönetimimize denk geldi. Fakat biz bunu mazeret olarak göstermiyoruz ve göstermeyeceğiz de. Eğer zam gelirse biz bunu bizim başarısızlığımız sayarız, ama bu yıl içinde zam yaptırmazsak da bu bütün öğrencilerimizin başarısı olsun. Biz bu gayedeyiz. Kan-tinlere gelince, bu da çok sıkıntılı bir konu. Arkadaşlarımızın kaygılarını gerek mesaj ve maillerinden gerekse de temsilci arkadaşlarımızdan alıyorum. Buradaki kantin ihalelerinin daha aşağı fiyatlara çekilme-sine uğraşıyoruz ki kantin sayıları artsın. Fakültelerde kantinler yeniden açılabilsin. Yurt kantinine duvar örülmesi bizim yönetimimize denk gelseydi, emin olun bunu engellerdik. Şu an örülmüş olan duvarın tekrar açılması için uğraşıyoruz ve inanıyorum ki buna mantıklı bir çözüm yolu bulacağız…

18 Mart 2010 Perşembe

EGO eylemine polis saldırısı!

Beytepe'de ve ODTÜ'de, Ankara 9. İdare Mahkemesi'nin kararıyla 6 yıl öncesine dönen EGO ücretlerini, Ankara Minibüsçüler Odası tarafından açılan karşı dava sonrası bozulması ve ücretlerin tekrardan eski haline dönmesini protesto eden Öğrenci Kolektifleri'nin eylemine polis müdahale etti.

Kolektif üyesi öğrenciler, akşamüzerine doğru stadın karşısındaki duraklarda otobüsleri durdurarak öğrencileri kart basmtırtmadan bindirmek istedi. Bazı otobüs şöförleri kartsız basan öğrencilerle birlikte hareket ederken, bazı otobüs şöförleri ise durumu EGO'ya ve polise bildirdi.

ÖĞRENCİLER EYLEME DESTEK VERDİ

Kolektif üyesi öğrencilere diğer öğrenciler de destek verdi. Bazı öğrenciler kartsız bindikleri otobüslerden saatlerce inmeyerek eyleme destek verirken, 200 kadar öğrenci ise Nizamiye'ye doğru yürüyüşe geçti. Bu sırada, görgü tanıklarının ifadesine göre Bilkent Kapısı'nda konuçlanan Çevik Kuvvet ekipleri yürüyüşçü öğrencilere doğru ilerlerken, diğer ekipler ise Nizamiye kapısında barikat kurarak protestocu öğrencileri kapana aldı. Burada 30 kadar öğrenci oturma eylemi başlattı. Diğer protestocu öğrenciler ise dağıldı. Oturma eylemine katılan öğrencilerin tümü gözaltına alındı.

Aynı eylemi ODTÜ'de de gerçekleştiren Kolektif üyesi ve destekçi öğrencilerden 100 kadarı gözaltına alındı.

GÖKÇEK'TEN ÖDÜL VE CEZA

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ise öğrencilerin bu eylemine karşılık 25 bin öğrencinin Beytepe'ye ulaşmak için kullandığı otobüsleri sabah saatlerinde kaldırmadı. İ.Gökçek, eyleme karşılık binlerce öğrenciyi cezalandırarak, "Gerekirse bu üniversitelere EGO seferlerini kaldırırız" tehditini savurdu.

Bir yandan on binlerce öğrenciyi cezalandırarak otobüssüz bırakan Gökçek, "Ulaşım haktır satılamaz" diyen ve onlara destek vererek haklarını arayan öğrencilere karşılık otobüsünü kaldırmayan bir şöförünü ise ödül vererek kutladı.

16 Mart 2010 Salı

Beytepe Postası'nın Sözü

Prof. Dr. İhsan Doğramacı 95 yaşında hayata gözlerini yumdu… Ölüm sebebi ise yaşlılıktan kaynaklanan “çoklu organ yetmezliği” olarak geçti hastane kayıtlarına. Hakkındaki söyleyeceklerimizden önce yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz.
95 yıllık hayatına birçok başarı sığdıran, biri özel biri devlet olmak üzere iki büyük üniversitenin kuruluşunda öncü rolü oynayan ve birçok üniversitenin kuruluşuna önayak olan; akademik kariyerinde iki üniversitede rektörlük ve saygın akademik kurumlarda başkanlık yapmış olan, tıp alanında da önemli hizmetleri bulunan Prof. Dr. İhsan Doğramacı… diye başlamayı çok isterdik yazımıza. Tıpkı bizden önce birçok tanışığının kendi köşesinde merhumun ölümünün ardından yazdığı taziye yazıları gibi. Maalesef vicdanımız elvermiyor. Yakınları ve sevenlerinden özür dileriz.
12 Eylül Darbesi’nin üniversiteleri kontrol altına almak için kurduğu YÖK’ün başına geçerek yüzlerce akademisyeni tasfiye eden, binlerce öğrencinin okuldan atılmasına vesile olan, üniversitede saç-sakal yasağı uygu-laması başlatan, Beytepe’nin kendi arazisi üzerine Türkiye’nin ilk özel üniversitesini kuracağım diye arada kendi özel şirketlerinin fabrikalarını inşa ettiren, öğretim üyesi lojmanı diye bilinen konutları satarak kendi rantını sağlama alan, dahası “Annenin Kitabı” isimli eseriyle(?) birebir intihal yapan ama Cunta’nın emri al-tındaki mahkemelerden aklanan (ancak davası AİHM-’de devam ediyor) Doğramacı’nın ölümünü bilinenin aksine bu gerçekleriyle manşet haber olarak koymayı doğru bulduk.
Ne kadar isabetli bir karar aldığımızı da haberimizi yayına hazırlarken kampüste özellikle Yabancı Diller Okulu’ndaki (hazırlık) öğrenci arkadaşlarımızla yap-tığımız görüşmelerde de teyit ettik.
Yaptığımız birebir görüşmelerde edindiğimiz izlenimleri kısaca sizinle paylaşmak gerekirse İhsan Doğramacı ismine bir aşinalık var ancak kim olduğu ve neler yaptığı bilinmiyor.
Çok az kişi Hacettepe ve Bilkent Üniversiteleri’ni kurduğunu biliyor ancak hakkında beğenmek ya da eleştirmek şeklin-de bir fikir belirtemiyor. Bu bağlamda Doğramacı hakkında iyi ya da kötü fikir belirtebilecek çok az kişi var. Umarız bu haber bu eksikliğin giderilmesinde birazcık olsun katkı sunar.
Bir diğer mesele ise ÖTK seçimleri ve iddialara göre, daha doğrusu eski yönetimin iddialarına göre yaşanan usulsüzlükler… Bir yanda da edindiğimiz duyumlara göre Rektörlük ÖTK’nın şenliklerde yolsuzluk yaptığını belirlemiş ve seçimlere müdahil olarak bir anlamda yeni yönetimi atamış. Bizim için iki ucundan da taraf olunmayacak bir mesele ancak sürecin takipçisi olacağız ve yeni gelişmeleri Beytepelilerle paylaşmaya devam edeceğiz.

ÖTK seçimlerinde neler oluyor?

Facebook üzerinden ÖTK grubunun gönderdiği bir mesajla 8 Mart günü gerçek-leşen ÖTK seçimleri hakkında soru işaretleri uyandı. Edindiğimiz bilgilere göre de eski yönetim hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle, Rektörlük aynı yönetimi bir daha seçtirtmedi. Konuyla ilgili olarak Facebook’taki eski ÖTK yöneti-mine ait olan gruba attığımız mesajlara da cevap verilmedi. Beytepe Postası olarak gruptan gönderilen mesajı sizinle paylaşıyoruz:
“08.03.2010 tarihinde yapılan olan ÖTK Yönetim Kurulu seçimleri, usulsüzlük sebebiyle tepkilerini göstermek isteyen 11 kişinin salonu terk etmesi üzerine yankı uyandırdı. Bugüne kadar şeffaf olmak adına seçimlere gözlemci kabulu durumu bir adayın istememesi üzerine ortadan kalktı; Hacettepe Üniversitesi öğrencisi ÖTK'nın doğal üyesi kabul edilirken, gözlemci öğrenciler dışarı çıkarıldı. Son anda verilen bir itiraz dilekçesi, karara bağlanmaksızın bir temsilci arkadaşımızın temsiliyet hakkını anında elinden alırken, oy hakkını da kaybetmesine ve salondan çıkarılmasına sebep oldu. Bahsi geçen itiraz konusu, diğer temsilci arkadaşlarımız temsilci arkadaşlarımız için de temsiliyet hakkı kaybına yol açabilecekken, haklarında herhangi bir itiraz dilekçesi bulunmadığı için, tek bir kişi üzerine yoğunlaşılıp diğerleri göz ardı edildi ve fırsat eşitsizliğine yol açıldı. Anında temsilciliği düşürülen o arkadaşın seçimlerinin tekrarlanması beklenmeksizin yapılan bu ÖTK Yönetim Kurulu seçimi, samimiyeti ve doğruluğu açısından kafalarda soru işareti bıraktı.
Gelişmeleri ileteceğiz.
Sevgiler.”

Kuru(tu)cumuz Doğramacı öldü


Ankara Üniversitesi eski rektörü, Hacettepe ve Bilkent Üniversitelerinin kurucusu, YÖK’ün ilk başkanı, 12 Eylül’ün altın çocuğu Prof. Dr. İhsan Doğramacı, 95 yaşında organ yetmezliği nedeniyle hayata gözlerini yumdu.

Doğramacı’nın ulus ötesi kariyeri…

3 Nisan 1915’te Kuzey Irak sınırları içerisinde kalan Erbil’de köklü bir Türkmen ailesi olan Doğra-macızadelerin çocuğu olarak dünyaya gelen İhsan Doğramacı, ilk öğrenimini Erbil’de, orta öğrenimini Beyrut’taki Beyrut Amerikan Üniversitesi’ne bağlı International College'de tamamladı. Irak’a geri dönen ve Bağdat Tıp Fakültesi’nde eğitim gören Doğramacı, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1938’de mezun oldu. Daha sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinden 1949’da doçentlik ve 1954’te de profesörlük ünvanını aldı. Çalışmalarına Ankara Numune Hastanesi’nde başlayan Doğramacı, Harvard Üniversitesi'ne bağlı Boston Çocuk Hastanesi ve Washington Üniversitesi'ne bağlı St. Louis Çocuk Hastanesi’nde sürdürdü. A.Ü. Rektörlüğü (1963-1965), ODTÜ Mütevelli Heyeti Başkanlığı (1965-1967), H.Ü. Rektörlüğü (1967 - 1975) görevlerinde de bulunan Doğramacı, bundan sonra Paris V Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine atandı.

Darbenin ‘Altın Çocuğu’ iş başında

12 Eylül darbesinden sonra da üniversitelerde başlatılacak olan harekatın başına geçirilmek istenen Doğramacı -darbenin ‘altın çocuğu’- YÖK’ün başkanlığına getirildi ve ilk işi üniversitelerde sol-muhalif kimliği ile bilinen akademisyenleri (İdris Küçükömer, Murat Belge, Taner Timur, Baskın Oran, Faruk Sönmezoğlu gibi) üniversitelerden uzaklaştırmak oldu. 1992 yılına kadar kendisine verilen üniversitelerdeki sol hareketi ezme görevini YÖK aracılığıyla sürdürmeye devam etti. Doğramacı yüzlerce bilim insanını atma, sürme ve yıldırma yöntemiyle üniversitelerden uzaklaştırılmasına önayak olurken ‘kapıda saç sakal uygulaması’ başlattı.

Baskın Oran’ın Doğramacı yazısı!

Üniversitemizde ve Bilkent’te düzenlenen şaşaalı cenaze törenlerinin ardından devlet töreniyle toprağa verilen Doğramacı hakkında, muhalif ve ay-kırı yazılar da yayımlandı. Bu yazılardan biri 7.-3.2010 tarihli Radikal Gazetesi Radikal İki ekin-de Prof. Dr. Baskın Oran imzasıyla çıktı. Doğramacı’nın bir başka yüzünü kamuoyuyla paylaşan Oran, bakın yazısında neler diyor: “(Doğramacı) bir imzayı da 1984’te kendi özel üniversitesi Bil-kent’i kurmak için atıyor. Şöyle kuruyor: Buranın ilk arazilerini, devlet üniversitesi Hacettepe-’ye istimlak ettiriyor. İlk binalarını, T. Özal’la anlaşarak, “asistanları dil öğrenmek için yurtdışına göndereceğimize burada öğretelim” diye devlete yaptırıyor. Bittiğinde de “Türkiye’de dil öğretilemez” diye Bilkent’e kiralıyor (A. Güçlü, Milliyet, 27.02.2010). YÖK adına istimlak ettiği arazilerin üzerine Bilkent için Ankuva AVM’si, Metaksan Holding, Tepe Mobilya gibi rant tesisleri inşa ettiriyor. Ayrıca, herkesin öğretim üyesi lojmanları sandığı lüks Bilkent Konutlarını. Şu anda buralar Orman Gn. Md.’yle davalı. Şimdi Hacettepe’ninkini dinleyin. Çünkü, bu tepede An-kara Üniversitesine bağlı bir Çocuk Hastanesi kurduğunda (1957), Doğramacı Ankara Tıp’ta profesör. Burayı 1963’te ikinci bir tıp fakültesine dönüştürdüğünde de Ankara Ü. Rektörü (1963-65). 1967’de burayı ayrı bir üniversite (Hacettepe Ü.) yapıyor ve oranın rektörü oluyor. Bir An-kara Ü. rektörü bunları nasıl yapabiliyor? Yoksa, önce “Aynı üniversitede iki tıp fakültesi kurulabilir” deyip arkasından “Aynı üniversitede 2 tıp fakültesi olmaz” mı dedi?”