9 Mayıs 2011 Pazartesi

Egemen Çıkmazında Başörtüsü

Yakın zamanda YÖK’ün ‘başörtülülerin sınıftan atılamayacağı, sadece haklarında tutanak tutulabileceği’ne dair olan bildirisi, pek çok üniversitede herhangi bir dayanağı olmadığı hâlde kusursuz bir tutarlılıkla uygulanan yasağın ve hatta zulmün farklı farklı yorumlanarak katılaşmasına ya da hafiflemesine sebebiyet verdi. Rektörlerin, daha özelde dekanların insiyatifine ve “özgürlük algısı”na bırakılan bu durum biz başörtülü kadınlar açısından ciddi bir garabet teşkil etmeye başladı. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Beytepe Kampüsü’nü ele alırsak bu durumu ziyadesiyle tecrübe etmiş oluruz. Bazı fakültelerde rahatlıkla derslere girilirken bazı fakültelerin –Eğitim Fakültesi- neredeyse kapısından içeri dahi girilemeyeceği alenen ortada. Tam da bu noktada uzatılan her mikrofona ne kadar özgür, ne kadar insan merkezli bir kampüs oluşturduğunu söyleyen rektörün “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cı tavrı devreye giriyor.

Pek çok bölümde kısmen de olsa delinen yasak bazı bölümlerde ise şiddetini koruyarak devam etmekte. Misal olarak herkesin rahatlıkla girip çıktığı K salonundan bile çıkartılan başörtülü öğrencilerin olması tüm bu tutarsızlığı açıklamaya yeterli. Daha bir yıl öncesine kadar yemekhane ve kütüphanelere bile Ögb tarafından alınmıyorduk. Şimdilerde ise hâlâ daha yasakla beraber hocaların takındığı anlamsız ve hastalıklı tavırlarla uğraşıyor pek çoğumuz. Öyle ki yasak konusunda konuşmak için gidilen fakat hocaların kendilerini tanrısallaştırma süreçleri neticesinde bir ‘tapınak’ hâline getirdikleri odalarına kıyafetimizden dolayı alınmıyor; yine aynı hocaların rejim muhafızlıklarına kalkan olarak kullandıkları dersten bırakma, okul uzattırma, soruşturma açma gibi tehditlerine maruz kalıyoruz. İnançlarımıza ve ideolojilerimize her fırsatta ket vurmaya çalışılıyor; ‘örtük engelli, ikinci sınıf vatandaş’ gibi sıfatlarla “alçakça” vasfediliyoruz. Geçtiğimiz günlerde Edebiyat Fakültesi’ndeki başörtülü arkadaşlarımız bir bölüm başkanına ait ‘Mikrop gibi ürüyor musunuz siz?!’ hakaretine maruz kaldılar.

Şurada bir yıl öncesine kadar lavabo kapılarına asılan ‘Başörtüsü takıp çıkmak yasaktır!’ ilanlarıyla durdurulmaya çalışılırken şimdi bizlere hem lütuf gibi aksettirilen ama aslında öte yandan bir göz boyama olarak sunulan binalara ve dahasında sadece birinci katlara girme izni(!)ne tabi tutuluyoruz. Her gün ama her gün okul kapılarında, kıyılarda köşelerde egemen ideolojinin faşist baskılarıyla peruk, şapka takmaya; başörtüsünü çıkartmaya zorlanıyoruz. Bunlara rağmen hâlâ bizi mustazaf değil müstekbir olarak gören arkadaşlar tarafından da sloganlarla, afişlerle, sözlü saldırılarla yıldırılmaya, bazen de egemen yapının bizlere bir hediyesi(!) olarak aydınlatılmaya çalışılıyoruz.

Bütün bunların yanında ne yazık ki bu riyakâr, hastalıklı tavrı görmeyen, görmek istemeyen arkadaşlarımız da ilk sert bakışta geri adım atıyor direnişimizden. Korkutulan, farklı görüşlerin hâkimiyeti altında bulunan kardeşlerimiz istemeden de olsa elimizi bırakmış oluyor karşı duruşumuzda. Her şeye rağmen destek olandan da olmayandan da güç alarak, çoğalarak geliyoruz okul kapılarına ve –inşallah- çok da uzak olmayan zafer günümüzü konuşuyoruz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder