26 Nisan 2011 Salı

Kavram Tartışmaları ve Birbirinden Kopmaz İki Kavram: Düşünce ve İfade Özgürlüğü

Cihan Eligüzel

Düşünce ve ifade özgürlüğü şu sıralar çokça tartışılıyor. Sebebi ise Ergenekon operasyonları kapsamında Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanması ve ‘İmamın Ordusu’ adlı basılmamış bir kitabın taslaklarına el konulması. AB müzakereleri durdurma restini bile çekerken, hükümet bu tutuklamaların kendi beklentileri doğrultusunda gerçekleşmediğini tamamen yargının insiyatifiyle gerçekleştiğini belirtiyor.
Tutuklananlar gazeteci, örgütsel doküman muamelesi gören de basılmamış bir kitap olunca kamuoyunu belirleyen aktörler tarafından sıkı bir düşünce ve ifade özgürlüğü tartışmasına girildi. Bu yazıyı yazma planım ise tamamen zamanlama olarak tesadüfî olarak denk geldi. Çünkü zihinlerimizde Düşünce ve İfade Özgürlüğü tartışmaları yaşanan son gelişmelerle ayyuka çıksa da, bu çıkış olsa olsa benim için bir iki yüzlülüğü ifade eder. Bu iki, birbirine sıkı sıkıya bağlı kavramın tartışılmasının popülerleşmesinden rahatsız olmuyorum elbette. Bir tarafta basın yayın özgürlüğünde ABD’nin bile ilerisinde olduğumuzu söyleyen bir Başbakan, öbür tarafta iğnenin ucu kendisine değince acıdan özgürlükçü kesilen kalemşörler… İkiyüzlülüğü belirtmekte yarar var.
Bu yazının ana sebebi de bu zaten. Bu iki kavram sürekli olarak muktedirleri ve muhalifleri karşı karşıya getirir ve bu karşılaşmadan dolayı bir kavram karmaşası doğar. Muktedirle hesaplaşmaya çalışan muhalifin muktedirlik eğilimi ise bu karmaşanın esas gıdasını oluşturur. Bugün muktedirden canı yanan muhalif , evvelce Musa Anter’in katledilmesinin akabinde Özgür Gündem Gazetesi’nin Diyarbakır ofisinde her çalışanının öldürüldüğünü o dönem umursamazdı bile. Örnekler çoğaltılabilir. Ancak yazıyı bu yönde derinleştirme niyetinde değilim.
Düşünce ve İfade Özgürlüğü, insanlığın evrensel birikiminden yola çıkılarak belli başlı ulusal ve uluslar arası kaidelere aktarılmış ve bu tanımlarda uzlaşılmıştır.
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme’nin 19. Maddesi’nde ifade özgürlüğü şöyle tanımlanmış:
1. Herkes engel olmaksızın fikirlere sahip olmalıdır.
2. Herkesin ifade özgürlüğü hakkı olmalıdır; bu hak, her türlü bilgi ve fikirleri sınır olmaksızın, sözlü, yazılı, basılmış, sanat ve yahut herhangi dilediği bir medya ortamıyla öğrenme, alma ve verme hakkıdır.

‘Liberal Uzlaşı’ hemen akabinde üçüncü bölümde “ama” diyor kendine göre makul sebeplerle:

3. 2'inci bölümdeki haklar özel haklar ve sorumluluklar getirir. Bu doğrultuda bazı limitler kanunlar tarafıyla uygulanabilir:
• Başkalarının haklarına ve şöhretine saygı;
• Ulusal güvenlik, halk düzeni, veyahutta halk sağlığı ve huzuru.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de 10. maddesinde benzer ama daha detaylı ifadeler kullanır:

1. Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.
2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.

İfade özgürlüğü ile ilgili kaide daha “amasız”, “fakatsız” kılınarak Amerika Birleşik Devletleri anayasasının birinci maddesini oluşturur ve 15 Aralık 1791 tarihinden beri yerini korumaktadır:

"Kongre herhangi bir dîni kurmak için, uygulamasını yasaklamak için, ifâde ve basın özgürlüğünü ya da insanların barışçıl bir şekilde toplanmasını ve devlete acılarını anlatmasını kısıtlamak için kanun çıkartamaz."

Devrimler ülkesi Fransa’da ise 26 Temmuz 1789’da yayımlanan İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi’nin 11. Maddesi şöyle der:

"Düşüncelerin ve fikirlerin özgürce paylaşılması; insanın en mühim haklarından biridir: her vatandaş özgürce konuşmalı, yazmalı ve yayımlamalı; muhafaza etmeli (gerekliyse) kanunların sunduğu olanaklarda özgürlüğünün çiğnenmesine cevap vermelidir."

Uluslar arası sözleşmeleri kabul etmiş olan ve AB üyeliği için müzakerelerde bulunun Türkiye’nin bu konudaki tutumu oldukça ikirciklidir. İfade özgürlüğünün hangi şartlarda kısıtlanabileceğini düzenleyen 26. Madde, ifade özgürlüğünü güvence altına alan 25. Maddeden daha uzundur:

25. Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

Bu maddeye müteakip AB reformları sürecinde bazı değişiklikler ve eklemeler yapıldıktan sonra;

26. Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.

Yani 25. Maddenin öngörülemeyen sonuçlarını 26. Madde karşılayamadığı zaman yeni bir kanunun çıkartılması da peşinen hükme bağlanmış durumda. Bir dönem yine çokça tartışılan ve can alan 301. Madde bu uygulamaya bir örnek olarak gösterilebilir. Bu durum genel bir karakterin, bir algılayışın yansıması. Anayasadan tutunda bir köy derneğinin tüzüğüne kadar sirayet etmiş bir durum: daha çok nelerin yapılamayacağı anlatılıyor bize. Sahip olunan hakların ise hangi koşulları yerine getirdikten sonra ircaa edileceği…
AMASIZ FAKATSIZ BİR TEZAHÜR BİR OLAY BİR VURGU

1977 yılının bahar ayında NSPA (Amerikan Nazi Partisi) üyesi 35 kadar Nazi, Chicago’nun Skokie beldesinde bir yürüyüş düzenlemek istemektedir. Bu yürüyüş planını duyan Skokie beldesi ahalisi, ki bu ahali soykırım mağduru Yahudilerden oluşmaktadır büyük ölçüde, yürüyüşün iptali için mahkemeye başvurur ve mahkeme NSPA’nın yürüyüşünü iptal eder, yasaklar. NSPA üyeleri bu durumdan nemalanmak istercesine, Amerika’nın İHD’si sayılabilecek ACLU’ya (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği) başvurur. ACLU, Amerikan kamuoyunda tutarlı bir şekilde mağduriyet savunucusu olarak bilinir ve NSPA’lılar bir şekilde bunu sınamak ister. Bu amaçla, en temel hakları olan toplantı ve yürüyüş yapma haklarının gasp edildiğini belirterek ACLU’den kendilerini savunmalarını ister. Bu talep dernek içinde büyük bir kargaşaya sebep olur. Ancak, Dostoyevski’nin deyimiyle iki kere iki beş tezahürü tartışmalardan galip gelir ve NSPA savunması üstlenilir. Savunu ABD anayasasının birinci maddesi olan düşünce ve ifade özgürlüğünün teminatı üzerinden yapılacaktır. Neticede dava NSPA-ACLU işbirliğinde kazanılır ve neo-naziler gamalı haç taşımamak karşılığında Skokie’de talep ettikleri yürüyüşü gerçekleştirirler. ACLU ise bu tutarlılığının bedelini 30 bin bağışçısını kaybederek öder.

Bu hikayeyi okuduğumda eleştirilebilir olmaktan çok ütopik bulmuştum. Evet, faşizmin ifade özgürlüğü konusunda ciddi teredütler ya da “ama”, “fakat”larım var. Ve bunlar haklı gerekçelere dayandığına dair itikatim tam… Ancak sürekli iki kere ikinin beş ettiği bir dünyanın hayalini kurmak biraz da ACLU’nun tutarlılığına sahip olmaktan geçer, diye düşünüyorum.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye sağıyla soluyla sakat bir düşünce yapısına sahip. Özgürlüklerin koşulsuz savunulması gerektiği olaylarda bile sürekli ama ve fakatla başlayan argümanlar üretiliyor. İktidar merkezli Muktedir/Muhalif çatışmasından kaynaklandığını düşünüyorum bu sürekli yeniden üretilişin. Tekrar tekrar detaya girmeyeceğim ama şunu da söylemeden rahat edemeyeceğim sanırım. Yine bu açıdan Hacettepe’de siyaset yapan alternatif, bir ülke, bir üniversite hatta bir hayat vaat etme iddiasında olan sol/sosyalist siyasetler, gençlik örgütleri de yeterinden fazla olarak amalar ve fakatlar üretmektedirler. Çünkü bu yapılanmaların birçoğu düşünce ve ifade özgürlüğünü koşulsuz savunusunu tezahür etmek yerine stratejik, politik taktiklerine göre bu iki birbirinden kopmaz kavram karşısında sürekli konumlanışlarını yeniden üretmektedirler. Söylemsel olarak dilde bir devamlılıkları söz konusu olsa bile bir bütünlük arz etmedikleri belirtilebilir.

Muktedir kurumların tavırları ise ayrı bir yazı, bir deşifrasyon gerektirirse de bunların hepsini sizlerin bildiğini varsayarak ve bu yazının yeterince uzadığını düşünerek yazıyı burada noktalıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder